Yaşlanınca devlet baba bizi korur mu? / Işıl Ergin

Sağlık Bakanlığı geçtiğimiz günlerde Evde Sağlık Hizmetleri Yönetmeliğini yayınladı. Daha önce Evde Sağlık Yönergesi vardı, bir de 2005’te yayınlanmış olan Evde Bakım Yönetmeliği. Adı ister Evde Bakım olsun, ister Evde Sağlık, ister yönerge olsun, ister yönetmelik, yaşlı sağlığı alanının açmazlarına, gediklerine kör metinler hepsi de. Bu yasal düzenlemelerde özel sektörün ihtiyaçlarının karşılanışını görürsünüz, kamunun bu işi bürokratik karmaşa içinde eritmesini görürsünüz, belki partizanlığa hizmet edecek kolaylaştırmaları da görürsünüz ama yaşlılarla sosyal, ekonomik kısacası bütünlüklü dayanışmayı göremezsiniz bir türlü. Yaşlı; vücudu eskiyen ve tamir ihtiyacı olan bir makine midir sadece? Eve uğrayacak “sağlık ekip”lerinin pansumanı, onu yoksullaştıran ve yalnızlaştıran bu ekonomik sistemin, ona ödemeye razı olduğu biricik diyet midir?

Merkez kapitalist ekonomiler, üretken bireyleri yaşlanınca onları sahiplenecek bir aile yapısının kalmadığını bu yüzyılın ortalarında erkenden farkettiler. Çekirdek aile, bu üretim biçiminin ikonuydu ve geleneksel, kalabalık, dedeli, neneli yaşam biçiminin bu hızlı üretim döngüsünde yeri yoktu. Evin erkeği, kadını çalışır, çocuklar okula gider. Herkes ya üretimdedir, ya da emeğin yeniden üretilmesinde. Üretim dışı olanların bu döngü içinde aksaklığa yol açacağı kaçınılmazdır ve onlar için başka birşeyler düşünmek gerekir. Üretenlerin gelecekleri/yaşlılık zamanları için kaygı duymaları onların varolan çalışma heveslerini baltalayacaktır. O yüzden yaşlılık daha güvenceli, daha huzurlu olmalıdır. Yaşlılar için değilse bile, yaşlısını istemeyen diğerleri için. Yaşlının kendine yetecek bir aylığı, sağlık sorunlarında başvuracağı ücretsiz hizmetleri, sağlığı kendine bakamayacak kadar elden giderse de yatacağı kurumları olsun diye sosyal politikalar devreye sokulur.  Bugün Avrupa’da çok sayıda yaşlının yaşamı kimi kimsesi olmadan, torunu torbası görmeden bu kurumlarda sonlanmaktadır. Haneke’nin son filmi “Aşk”, bütün sarsıcılığı ile anlatır kapitalizmin dayattığı bu yalnızlığı. Duvarlarından, yaşamlarının bütün sosyal, ekonomik ve kültürel birkimi adeta fışkıran evlerinde yapayalnız ve çaresiz iki yaşlının hayatı, Avrupa’yı kendiyle yüzleştirir. Belli ki paraları vardır, sağlık güvenceleri de vardır. Ama yaşamlarındaki dışarıya açılmanın tek kapısı arkadaş cenazeleri olacak kadar, yalnızdırlar. Üretken yaşamlarının sona ermesi ile kapitalizmin saati durmuş, ölümün zamanı başlamıştır. Oradan oraya, kentten kente koşuşturan ve yoğun hayatlar yaşayan, “üreten” çocuklarının “boş zaman” ayırmakta zorlandıkları bellidir. Ebeveyn ziyareti bu “boşluğa” denktir.  Üretim zincirindeki işlevlerini tamamlamış yaşlı anne babanın da bu durumu makul karşıladığı ve bu dinamizm içinde yerleri olmadığına, ikna olduklarını görürüz. Sosyal politikaların materyalizmini görürüz. Adı sosyal, kendi asosyal olan bu planlamada insanın insanseverliğinin ıskalanışını görürüz. Sosyalin içine iyi bir ev, güzel yiyecekler, iyi sağlık hizmeti koyup “insan olmanın” en güzel yanını, “sevdikleri ile birarada” olma, “birarada” ölme hakkını koyamayacak bir akıl. Haneke kapitalizm eleştirisini iki yaşlının gözlerinin içine bakarak yapar. Ama tabii Avrupa’daki yaşlı için. Merkez kapitalistlerin sürdüğü katara eklemlenen perifer kapitalist ülkelerde ise durum çok daha vahimdir. Endüstrileşme ile Avrupa toplumunda zamana yayılan ve rasyonel, basit , kolay ve küçük olana evrilme şeklindeki progresif değişim, perifer kapitalist ülkelerde çok daha hızlı ve yıkıcı biçimde gerçekleşir. Kırdan kente göç, iş gücünün hareketi ile bölünen aileler, yalnız yaşlılar ordusu yaratır. Fiziksel yaşama gelen hareketlilik, akrabalarla görüşme sıklığını azaltır. Sınıfsal hareketlilik başlar. Sınıfsal konumu yukarılara doğru hareketlenen hanenin yaşam biçimi, geliri ve alışkanlıkları değişir, akrabalarından farklılaşır. Değerler sistemi başarma ve elde etme üzerine kuruludur ve birinden doğmuş olmanın artık bir değeri ve anlamı yoktur. Herkes kendi yolunu çizer. Aile ve toplum tarafından yaşlıya verilen bakım ve destek zayıflarken, bu geleneksel rolün kamusal alan tarafından sahiplenilmesi beklenir. “Gelişmiş” ekonomilerde ailenin azalan desteğini karşılamak üzere kamu devreye girerken, “gelişmemiş” ekonomiler böylesi kaynaklardan yoksundur ya da kaynaklarını ayırmakla ilgili akıl, başka şeyleri öncelemekle meşguldür.

Kamunun bu bağlamda gelişmiş ekonomilerde üç tip yol izlediği görülür: 1. gelir artırıcı mekanizmalar (emeklilik, sosyal destek aylığı, evde bakım aylığı), 2. evde destek hizmetleri(sağlık hizmeti, sosyal  destek) ve 3. kurumlarda yaşama imkanı. Peki bu unsurlara Türkiye örneğinde bakalım: 1. Gelir artırıcı mekanizmalar:  OECD’nin Emeklilik Maaşlarına Bakış 2011 raporunda, OECD ülkeleri arasında 65 yaş üstü bireylerin 2000’lerdeki ortalama maaşlarına  bakıldığında  yıllık 5829 dolar ile Türkiye son sırada yer alırken, OECD ortalaması olan 18271 doların çok gerisinde kalmaktadır. Üstelik aynı raporda, 1980’lerin ortalarından 2000’lere doğru, yaşlıların göreli gelirlerinde, OECD ülkeleri arasında en yüksek oranda düşüşün Türkiye’de görüldüğü belirtilmektedir. Türkiye’de kamusal kaynakların sadece %6.1’i emekliliğe ayrılırken, OECD ortalamasında bu oran %7,0’dır. 2015 bütçe sunuşunda kayıtdışı istihdam oranının %36.4 olarak ilan edildiğini gözönüne alacak olursak, epeyce bir sayıda yaşlının zaten böylesi bir emeklilik maaşını bile göremeyeceği de aşikardır.  Dünya Bankasının “Kapsayıcılıktaki Açığın Giderilmesi” raporunda da Zorunlu Emeklilik kapsamı içindeki işgücü oranının ülkemizde %45 gibi son derece düşük düzeylerde olduğu belirtilmektedir. Kapsayıcılıktaki bu açık, “sosyal destek aylığı” diye tanımlanan ve emeklilik hakkı kazanamamış yaşlı bireylere sağlanan minimum gelirle çözülmeye çalışılmıştır kapitalist ekonomilerde. Elbette kayıtlı istihdamın işgücü içindeki oranı yüksek olan ekonomilerde, bu desteğin miktarı yüksek tutulabilmektedir, ancak Türkiye gibi kayıtdışı istihdamın  yüksek, emekliliğe hak kazanamamış yaşlısı bol ülkelerde devletin soyal destek kapsamı dar, miktarı da komik düzeylerde tutulmaktadır.  2022 sayılı yasa 65 yaşını doldurmuş muhtaç, güçsüz ve kimsesiz Türk vatandaşlarına aylık bağlanması hakkında kanun bu sosyal desteğin Türkiye’deki adıdır. 2004 itibariyle 1092457 yaşlı yararlanmıştır bu haktan ve bu sayı 65 yaş üzeri nüfusun sadece %17’sidir. 2015 Ocak itibariyle verilen aylık 145,81 TL, muhtaçlık sınırı ise 286,32 TL’dir. Burada sosyal destek olarak anmamız gereken bir başka unsur da “evde bakım aylığı”dır. Kendilerine ait veya bakmakla yükümlü olduğu birey sayısına göre kendilerine düşen ortalama aylık gelir tutarı bir aylık net asgari ücret tutarının 2/3’ünden daha az olan bakıma muhtaç özürlüler bu kapsamdadır. Ocak 2015 itibariyle evde bakım aylığı 793,08 TL olup görece daha yüksek bir gelir sağlayan bu durum, yaşlılar açısından “yoksul ve yatalak” olma durumuna karşılık gelmekte. Bu daracık kapsamdaki yatalak yaşlılar, kendilerini “şanslı” addedebilirler!

Yaşlılara sosyal desteğin ikinci unsuru evde bakım hizmetleridir. Bu bağlamda, 2005’te yayınlanan evde bakım hizmetleri yönetmeliği sürecin önemli aşamalarındandır. Sağlık hizmetlerine ulaşamayacak olanlara sunulan sağlık bakımı, evde bakım hizmetleri kapsamında yer almaktadır. Daha önce uzman hekimlerce görülmüş, reçetesi raporu olan hastaların idame tedavisinin sağlanması, mobilizasyonu zor hastaların (yani yatalak hastaların) raporlarının devam ettirilmesi, uzman hekim konsültasyonu (yerinde) ve yara bakımı hizmeti sunmayı taahhüt etmektedir. Acil hizmetleri kapsam dışıdır. Sosyal destek diyebileceğimiz, yaşlının yıkanması, evinin temizlenmesi, alışverişinin yapılması ve benzeri gereksinimleri içeren bir kapsamı da hedeflememektedir.

Belediyelerin kimi illerde üstlendiği sosyal bakım, bu unsurları da kapsayacak biçimde genişletilmiş ancak belediye hekimlerinin reçete yazamaması nedeni ile bu kez de belediyelerin sunduğu hizmette sağlık hizmetinin kapsamı daralmıştır. Oysa ihtiyaç ne sadece sosyal ne sadece sağlık desteğidir. İkisinin bileşimi olan bütünlüklü hizmet ihtiyacı yakıcı bir biçimde bu kapsamı zorlamaktadır. Bu bağlamda 6.sınıf Tıp fakültesi öğrencilerimiz belediyenin sunduğu evde bakım ziyaretlerine eklemlendiklerinde yaşlı sağlığı bağlamında yalnız, kimsesiz, ne kadar çok yaşlı olduğunu, pek çoğunun, evinin hijyeni, kendi hijyeni, günlük hayatın rutin ihiyaçlarının karşılanması açısından ne kadar zor durumda olduklarını şaşırarak saptamakta, bu deneyimleri sonrasında sosyal desteğin, sağlık hizmetine entegre hale geldiği bir yaşlı bakımını hararetle savunur hale gelmektedir. Öğrencilerimizin birkaç evde bakım ziyareti ile farkına vardıkları bu durum elbette sürecte evde bakım hizmetini sunan, planlayan, koordine eden tüm çalışanların da farkında olduğu bir durumdur. Ancak en tepedeki kamusal akıl ne yazık ki yaşlıya bütünlüklü hizmet sunmayı mümkün kılacak yasal düzenlemeleri gerçekleştirme niyeti taşımamaktadır. Çıkarılan düzenlemeler her seferinde topu taca atmaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Bu aklın aşikar hale geldiği üçüncü unsur ise kurumlarda yaşama imkanıdır. Kamusal yaşlı bakım evlerinin 2011’deki sayısı 97’dir. Kapasitesi ise 9260 yaşlıdır. Kuruma kabul koşulları; 60 yaş üstü olmak, bulaşıcı veya kanser hastalığı olmamak (sürekli tedavi gerektiren) ve mental ve psikolojik olarak iyi durumda olmaktır. Bir anda onlarca yaşlının kapsam dışı kaldığı bir kabuldür bu. Üstelik kurumda kalanların yalnızca yarısı ücret ödememektedir. Yani kabul koşullarına uyan ve geliri (maaşı) olan yaşlılar oluşturmaktadır diğer yarıyı. Yoksul, kimsesiz, maaşsız, evsiz, kendine bakamayacak durumdaki yaşlının (tabii ki sağlıklı olmak koşulu ile) 4630 kişilik şanslılar listesinde yerini alabilmesi Milli Piyango’da kazanmak kadar şansa bağlı bir durum gibi görünmektedir. Oysa gerçek “sistemler” toplumlarına şansa bağlı olarak ya da çıkar umuduyla (oy, rantvs.) hizmet götürmez. Kamusal hizmet herkesin hakkıdır. Kamusal hizmetin eşitsizlikler barındırması, toplumuzda zaten varolan sosyal, ekonomik ve kültürel ayrımları daha da derinleştiren bir işlev görmektedir.

Yeni değerler sisteminin yalnızlaştırdığı yaşlı bireyler, azalan fiziksel kapasiteleri, sosyal ve ekonomik kaynaklarındaki yoksunluklarına rağmen kamunun destek ve korumasından mahrum kalarak, toplumun en kırılgan nüfusları arasında yerlerini almaktadır.

 

http://www.halkinsagligi.org’da yayınlanmıştır.

Yorum bırakın